11 Mayıs 2009 Pazartesi

Müstehcen Üzerine

Müstehcenin tarihi karadır.

Bir belediye seçiminden hemen sonra kaldırılır ya şehir merkezindeki aşk heykeli... Ya da parklarda kurşunlanır öpüşen sevgililer. Namuslu gözlerimizi öldürürler. Kavuşmak hükümet onayıyla, sevişmek namaz sonrasındadır. Belgelere yazılan adlarımızın dibine vurulan her mühürdür müstehcen. Taşlayarak inlettikleri bedenlerimizde; her gün nefs, her gece hapistir... Kapkaradır müstehcen!

Adı bize biçilen her günaha yazılır...

Şehrin programatik sokakalarında, mağaza vitrinlerinde, market rafları arasında; yani güpegündüz, yani normalleştirilmiş olarak, darağaçlarında sallanır gibi sallanmaktadır artık ruhlarımız; düşkündür, huysuzdur, arsızdır. Bu rutin sokakları içlerinde dolaşamayalım diye yaptılar, bu tatsız binaları içinde yaşayamayalım diye. Bu daracık yataklar hücredir, bu adaletsiz yasaklar hakarettir, küfürdür, onursuzluktur. Duvarları giyinen, rasyonelleşerek düşünemeyen, hissedemeyen, öpüşemeyen ve sevişemeyen, yaşadığı idda edilen bu imge, kokuşmuş bir saltanat fermanıdır. Bitmez, tükenmez, döner döner dolanır zahiri bilincinde toplumun. Ki bu senin bacaklarındır, benim omuzlarımdır, hepimizin bulanıp duran akıllarıdır...

Hatırlamalıyız, alnımıza kara çalan,
ya kadı kalemidir ya imam nefesidir.
Silah zoruyladır ve namussuzcadır.

Oysa hatırlarsın, hatırlamalısın...

Çünkü “Gül benizli sevgilinin titreyen göğüslerini öpmeden doya doya...”1 şurdan şuraya gitmem diyen ayaklarıyla, onlar isyancıydılar, kurşuna dizildiler, asıldılar ve hücrelerde çürütüldüler...

Hatırlamalısın, bir kaç baharın güneşini görmüştü İspanyol bacakların. Ölçüleri karıştıralı herşey 36'ya 39. Bir komünü kalçandan sıyırmıştım 68'de. Paris barikatlarında öpüşmeyi öğreniyordu çıplak çocuklar. Atina sokaklarına gaz, Batı Almanya'ya parmaklık yağıyordu. Bir cephede yani, bir duvarsız işgal evinde, dört duvar arasında değil, üzerimize kazınmışlık değildir bahsettiğim... Sıkılınca sevişmek gibi değil, bombalar altında öpüşmek gibi. Yani yanarak ve tutuşarak, kendimizi birşeylerin ortasında patlatır, gövdelerimizi şarapla yıkar gibi. Sürerek tenlerimizde ellerimizi, bedeni işler gibi. Koklayarak kollarımızı, boynumuzu ve narin bileklerimizi, omuzlarımızdan tüm kefen kılıklı apoletleri söker gibi... Anlamalıyız artık, acılarımızda doğrulup gerinmeliyiz. Çünkü günün şiirini göğsümüze, şarkısını dudaklarımza yazan, resminini alnımıza çizen bu müstehcen, artık onların değil bizimdir.

Şimdi Sade'ın Lacoste'taki kalesi turistik bir gezidir sadece. Ve seks kitapları pazarlıyor kelli felli adamlar. Dönen oyunun tek tarafı bizsek, bu müstehcen bizimdir. Zira, biliyorsunuz; “yoksuluz gecelerimiz çok kısa, dörtnala sevişmek lazım.”2 Uykusuz gecelerimizi neşelendirebilriz ağaçlar altında ve ışıklarla oynaşabilmeliyiz sokaklarda. Bu meydanları tenimiz doldursun, arka sokaklara, beri mahallelere bir şiir yazıyorum, bir resim çiziyoruz, bir müziğin notalarını dolduruyoruz şimdi.

“Uzanıp yatıvermiş, sere serpe;
Entarisi sıyrılmış hafiften;
Kolunu kaldırmış, koltuğu görünüyor;
Bir eliyle de göğsünü tutmuş.
İçinde kötülüğü yok, biliyorum;
Yok, benim de yok ama...
Olmaz ki!
Böyle de yatılmaz ki!” 3

Buraya böylece, boylu boyunca yatıyoruz. Hepimiz çıplağız, hepimiz azgınız.

Gelin katılın, bu çağrı dilinizdir, elinizdir. Çırptırılmaya alıştırılmış ellerinizi, yüreğinize koyup huzura kavuşturacak, bu dingin, bu silahlı, bu cesur...

Hatırlamalıyız kendimizden,
bu ant bizimdir, müstehcenindir...


1. Orhan Kotan, Gururla Bakıyorum Dünyaya.
2. Cemal Süreya, San.
3. Orhan Veli, Sere Serpe.

Ozan DURMAZ

Ps: Ozan Durmaz'ın sebest sergi metni Karga Mecmua mayıs baskısında yer almıstır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder